Fıtri Ne Anlama Gelir? Bir Hikâye Üzerinden Düşünceler
Bir sabah, güneşin ilk ışıkları hafifçe odayı aydınlatırken, Elif derin bir iç çekerek pencereye doğru yürüdü. Hızla akan hayat, onu yavaşlatmak için hiçbir fırsat bırakmıyordu. Elif, her sabah işe gitmek için acele ederken aslında bir soruyu kafasında tekrarlıyordu: “Gerçekten kimim ben?” Ya da belki daha doğrusu, “Fıtratım ne, beni ben yapan şey ne?”
Bu soruyu yıllardır soruyordu ama cevapları bir türlü bulamıyordu. Elif’in zihninde beliren bu soru, çoğu zaman fark etmediği ama derinlerinde bir yerlere işleyen bir duyguydu. Çünkü Elif, çoğu insan gibi yaşadıkça toplumsal normlara, çevresinin beklentilerine ve zaman zaman kendi korkularına esir olmuştu. Kendini tanımak ve doğasına dönmek, sanki bir hayal gibiydi.
Elif’in eşi, Mert ise çok farklı bir bakış açısına sahipti. O, her şeyin bir çözümü olduğuna inanıyordu. Stratejik düşünmeye yatkındı, problem çözücülüğü onun doğasında vardı. Eğer bir sorun varsa, hemen analiz eder, adım adım çözüm yolları arardı. Fıtratın ne demek olduğuna dair bakışı ise biraz daha soyut, daha analitikti. “Elif,” derdi sık sık, “Fıtrat, sadece doğamızın bir yansıması değil, aynı zamanda bizlere hayatı nasıl daha iyi bir şekilde yaşayabileceğimizin bir haritasıdır.”
Elif, Mert’in yaklaşımını sevse de, bir türlü içini rahatlatarak aynı şekilde düşünemediğini fark ediyordu. O, fıtratın sadece biyolojik bir yönü olmadığını, aynı zamanda insanın kalbi, ruhu ve ilişkileriyle de şekillendiğini düşünüyordu. Kadınlar için fıtrat, sadece içsel bir huzur arayışı değildi, aynı zamanda toplumsal bağlarla beslenen bir olguydu. Empati, bağlılık ve ilişkiler; fıtratın içindeki önemli unsurlardı. Elif için fıtrat, bir insanın toplumla olan bağlantısını, bir başkasının acısını hissetme yeteneğini ve insan olmanın anlamını içeriyordu.
Bir gün, Elif ve Mert küçük bir yürüyüşe çıktılar. Baharın son günlerinde, doğa yeniden uyanıyor, her yerde çiçekler açıyordu. Elif, doğal bir şekilde çevresindeki güzelliklere duyduğu minnettarlığı Mert’e anlatırken, Mert de her şeyin belirli bir düzen içinde işlediğini ve her şeyin bir amacı olduğunu söyledi. O an, Elif’in aklına fıtratın sadece insanın doğasıyla ilgili değil, aynı zamanda bir kişinin toplumsal ve çevresel bağlamla da şekillendiği bir kavram olduğunu daha iyi anlamaya başladığı geldi. “Bunu keşfetmek, insanın içindeki gerçek gücü ve potansiyeli anlamasıyla mümkün değil mi?” diye düşündü.
İçinde bulunduğumuz çağda, bireysel gelişim ve kişisel farkındalık üzerine çok şey yazılıyor ve konuşuluyor. Ancak fıtrat, yalnızca kişisel bir yolculuk değil, toplumsal bir keşif de olmalıdır. İnsan, içsel gücünü sadece bireysel olarak değil, toplumsal sorumluluklarıyla, başkalarıyla olan ilişkileriyle de şekillendirir.
Elif ve Mert, yürüyüşleri sırasında fıtrat hakkında sohbet etmeye devam ettiler. Elif, insanın doğasına dönmesinin, kendini yalnızca bireysel olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir varlık olarak da anlamak olduğunu söyledi. Mert, fıtratın çözülmesi gereken bir problem gibi olduğunu kabul ediyordu ama Elif’in gözünden bakarak, çözümün sadece bireysel değil, toplumsal olduğunu anlamaya başladı.
Evet, fıtrat ne demekti? Birçok anlamı vardı ve belki de en önemli olanı, bu anlamı her bireyin, her toplumun kendine göre keşfetmesiydi. Fıtrat, bazen kişisel bir yolculuk, bazen de toplumsal bir bağışlama ve anlayış süreciydi.
Peki, sizce fıtrat nedir? Kendi doğanızda neleri keşfettiniz ve bu keşif, çevrenizle olan ilişkinizi nasıl şekillendirdi? Elif ve Mert’in hikayesindeki gibi, fıtrat sadece bireysel bir keşif mi yoksa toplumsal bir anlayış mı gerektiriyor? Yorumlarınızı merakla bekliyorum. Hep birlikte bu konuda daha derinleşebiliriz.